Türk Filmleri Yabancı Filmlere Kıyasla Niçin Daha Fena?

Hollywood, İskandinav sineması, Kore sineması, İran sineması şeklinde ekol bir sinemamızın olmamasının pek oldukca sebebi bulunuyor. Gelin, bu sebepleri inceleyim.
Sinemamızda elbet oldukca sayıda iyi film bulunuyor fakat oran olarak baktığımızda bunlar orta derece yapımların yanında devede kulak kalıyor.
İyi işlerin bu denli azca olmasının nedenlerini derinlemesine incelediğimizde bir mesele deryasıyla karşılaşıyoruz. İşte Türk sinemasının gelişememesinin sebebi olan prangalar:
- Korku filmlerinde hep “cin” unsurunun kullanılması.
Evet, çocukluğumuzdan beri cin olgusuyla korkutulduk. Peki Türk kültüründe hakikaten de cin haricinde bir korku ögesi yok mu? Batı’daki şeklinde vampir, kurt adam şeklinde korku unsurları yok bir ihtimal fakat bir tek cinlerden ibaret bir korku kültürümüzün de olmadığı su götürmez bir gerçek.
Film sektörü muhtemelen kafi bir araştırma yapmıyor ya da yaratıcılık mevzusunda bir fazlaca tamamlanmamış. Oysa Türk mitolojisini birazcık inceleseler örneksiz hikâyeler bulacaklardır. Alkarısı, gulyabani, yeraltının fena tanrısı Erlik Han ve daha onlarcasını bulmak ve kullanmak mümkün.
Bu tip filmlerin isimlerinin çoğu zaman Arapça tercih edilmesi, dini duyguları harekete geçirmek isteyen yapımcıları gülünç duruma düşürüyor.

İsim koyma mevzusunda Büyü, Okul, Güzelliğin Portresi, Baskın: Karabasan şeklinde mütevazı örnekler olsa da şu şeklinde adların ne kadar fazla bulunduğunu bilirsiniz: Dabbe, Siccin, Sir-Ayet, Evren-i Cin, Hüddam, Ecinni, Şeytan-i İns, El Ummar, Zifir-i Azap, Mircin
- Sırf güzel/yakışıklı olduğundan yeteneksiz oyunculara başrol verilmesi.

Bu şekilci zihniyet sebebiyle hem kaliteli oyunculuklar seyretmek mümkün olmuyor hem de mankene benzemedikleri için gerçek yeteneklerin önü kesiliyor.
- Dram filmlerinde aşırı oranda duygu sömürüsü yapılması.

Fazlaca güzel bir hikâyesi olmasına karşın onu anlatış biçiminin duygu sömürüsü yapılarak verilmesi filmi mahvediyor. Oscar aday talibi olarak gösterilen, bir Kore filminden uyarlanan 7. Koğuştaki Mucize filmi buna iyi bir örnek. Aslen buna karşın mühim bir fanatik kitlesi edindi fakat Oscar Akademisi, eleştirmenler bunu yemez.
Yakın devrin başarıya ulaşmış filmlerinden İşe Yarar Bir Şey‘de de ağır bir dram öyküsü olmasına karşın yönetmen bunu olgunlukla işlediği için film yurt haricinde da oldukça övgü topladı. 7. Koğuştaki Mucize ise olgunlukla işleyemediği için popcorn seyirciye hitap ediyor ve büyük ödülleri bu yüzden kazanması imkânsız.
- Düşlem arabeskçilerin yönetmenlik yapması.

Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz şeklinde adlar yönetmenlik koltuğunda iyi işler çıkaramıyor. Bu bir ön yargı değil, hakikaten iyi film çekebilseydiler takdir edebilirdik fakat görünen köy kılavuz istemez. Ne yazık ki bolca ağlaklı filmleriyle belli bir kesime hitap ederek oldukca izlenebiliyorlar.
Hepimiz film yapmakta doğal ki özgürdür fakat sektörde ciddi anlamda yer bulacak kadar bir ağırlıklarının olmaması gerekiyor. Bu mevzuda bir tek sektör değil toplumun yönelimi de hatalı.
- Yaratıcı kabiliyetleri körelten tv kanalları.

3 saat devam eden bir takım için her hafta harıl harıl çalışmak zorunda bırakılan senaristler, kurgucular, yönetmenler, oyuncular ve öteki set ekibi; bu süre darlığı ve yapımcıların diretmelerinden dolayı yaratıcılıklarını ekrana yansıtamıyor.
Mesela Salih Bademci dijital platformlardaki rolleri yardımıyla içindeki gerçek kabiliyeti gösterebildi. Kim bilir daha ne kabiliyetler bu baskılar sebebiyle körelip gidiyor…
- Komediden arındırılmış ciddi bir bilim kurgu filminin çekilememesi.

Seneler ilkin “Gezgin Ömer Uzayda” şeklinde filmler çekildi fakat bu bir parodiydi, anlayışla karşılanabilir. Ciddi olma kaygısıyla çekilen “Dünyayı Kurtaran Adam” filmi ise işi eline yüzüne bulaştırmıştı.
Aradan geçen bunca yılda hâlâ bilim kurgu türünde bir aşama kaydedemedik. G.O.R.A şeklinde iyi bilim kurgu filmleri çekilmiş olsa da gene güldürü türünde olduğundan bahsettiğimiz o “ciddi” atmosfere bir türlü ulaşamadık.
Dijitalleşen sinema-dizi sektörü yardımıyla “ciddili yerli bilim kurgular” yapılmaya başlansa da sektörün bu mevzuda iyi olabilmesi için daha kırk fırın ekmek yemesi icap ettiğini blutv’deki Börü 2039 ve Gain’deki Senkron yapımlarıyla bir kez daha anladık. TV’deki yapımlar ise asla ümit vermiyor, ATV’deki Akıncı dizisi bunun örneklerinden biriydi.
- Tesirini en oldukca fena efektler ve kurgu ile gösteren teknik yetersizlik.

Efekt ve yoğun kurgu gerektiren bir filmi çekmek için kafi ekipman ve bilgiye haiz olmamasına karşın o işin altına girmek hobi haline gelmiş durumda. Projenin büyüklüğüyle kabiliyetinizin seviyesi çelişirse ortaya korkulu bir yapım çıkacaktır.
- Ana akım komedinin gaz çıkarmak, tokat atmak ve sövgü etmekten ibaret olması.

Bu yaratıcılık yoksunluğu sebebiyle IMDb Bottom 100’de pek oldukca Türk filmi bulunuyor. Ek olarak Batı’nın popüler kültür unsurlarının Türk kültürüne uyarlanarak güldürü yapılmaya çalışılması apayrı bir mesele. Destere, Laz Vampir, Mukaddes Damacana şeklinde yapımları hatırladığınızda ne demek istediğimizi anlayacaksınız.
- Film isimlerinin yaratıcılıktan yoksun olması.

İşte bazı örnekleri: Kadri’nin Götürmüş olduğu Yere Git, Türkler Çıldırmış Olmalı, Kolpaçino, Destere, Mukaddes Damacana, Ömerçip, Temiz Panter, Cumali Ceber ve dahası… Genel anlamda adı fena olan filmlerin kendisi de fena oluyor. Bir isim bile koymasını beceremeyenlerin iyi bir film yapması da elbet beklenemez.
Oysa Nuri Bilge Ceylan filmlerinin adları oldukça oturaklı durur: Bir Zamanlar Anadolu’da, Kış Uykusu, Mayıs Sıkıntısı, Ahlat Ağacı, Kuru Otlar Üzerine…
- Poster tasarımlarının fena olması.

Bu mevzuda minimalizmden oldukca oldukca uzağız. En sık meydana getirilen hatalardan biri de film ekibinin neredeyse tamamının afişe yerleştirilmeye çalışılması. Tanınmış oyuncuları, başrolleri koyar geçersiniz normalde fakat destek oyuncunun destek oyuncusu dahi afişe koyuluyor, birazcık daha zorlasalar dublörleri koyabilirler. Bunu yaparak “Bakın oldukca emek var bu işte” mesajı mı vermek istiyorlar acaba? Üstelik photoshop’lar amatör düzeyde.
- 30 yaşındaki oyuncuların liselileri oynaması.

2-3 yaş büyük oyuncuların seçilmesi göz ardı edilebilir fakat 10 yaşa kadar esnetilip liseli talebe üniforması giydirilmesi seyirciye saygısızlıktır.
- “Bütçe yok ya abi!” diyen sinemacıların çokluğu.

Aslen bütçeden ziyade yaratıcılık yok. Toprak Altında (Buried) filmi bir tek tabutta geçiyor fakat şahane yaratıcı bir filmdir. Bütçe yoksa bile düşük bütçeli de iyi bir film çekilebilir.
- Uyarlama filmlerin fazla olması.

Aslen uyarlama yapmak fena değildir fakat oldukca sayıda yapmak ve bunların çoğunun fena olması sinemamızı dibe sürüklüyor. Yaratıcılık sıkıntısının çekildiğinin bir işareti ya da aslına bakarsan tutmuş olan bir işin Türkiye’de de tutacağının düşünülmesi.
İyi bir filmi uyarlamak, ortaya gene iyi bir filmin çıkacağı anlamına gelmez. Çoğu zaman fena uyarlamalar yapılması, beyaz perdede yetkin insan sayısının ne kadar azca bulunduğunu gösteriyor.
- Filme gereğinden fazla reklam alınması.

Sponsor gelirleri doğal ki bir film için eğer olmazsa olmazdır fakat ürünün/logonun arka planda o kadar da dikkat çekmeden yer alması gerekirken sahnenin önüne geçmesi filme mühim seviyede zarar veriyor.
Hatta diyaloglarda bile sponsor hakkında övgüler yer alabiliyor. Bunun en fena örneklerinden birini Cem Yılmaz’ın Arif v 216 filmimizde gördük. Filme bir marka mühim seviyede destek vermiş açık ki fakat bazı sahnelerde film değil düpedüz reklam filmi izledik. Evet, markanın adı oldukca kişiye ulaştı fakat iyi olabilecek bir filmimizde gereksiz yer edinerek aslına bakarsak saygınlığına zarar verdiğinin bilincinde değil.
Benzer bir durum puhutv’de gösterilen Fi dizisinde de yaşandı. Bir marka bazı sahneleri işgal etmişti adeta, diziyi yarıda bırakma isteği dahi uyandırıyordu bu şeklinde durumlar. Bu şekilde bir tercih yerine filme zarar vermeden tanıtımlar yapmak hepimiz için oldukca daha yararlı olacaktır.
Hollywood, filmlere reklam yerleştirmeyi iyi bir işçilikle yapmış olduğu için hem filmin akışı bozulmuyor hem de ürünün tesiri seyircide pozitif yönde oluyor.

Mesela Justice League’de Mercedes reklamı var fakat bu reklam bizdeki yapımlarda olsaydı başrol oyuncusu o arabayı ne kadar krediyle alacağımızı bile açıklardı.
- Cinsellik furyasının, arabeskçilerin, milliyetçi kahramanların istilası.

70’lerde televizyonun gelmesiyle beraber beyaz perdeden kopmaya süregelen halkı yeniden salonlara çekmek için çeşitli taktikler denendi. Yapımcılar bunun üstüne erotik filmlere yöneldi ve meşhur oyuncular bile bu filmlerde oynamaya başladı.
Arabeskçiler ise klişe mevzulara haiz olan, beyaz perde bile demenin bin tanık istediği filmleri müzik klipleri şeklinde kullanarak ünlerine ün kattılar. Üzerine bir de sanat içerikli olmaktan oldukca uzak olan milliyetçi kahraman filmleri eklenince gerçek beyaz perde kuytu köşede kaldı.
- Beyaz perde eğitiminin yetersiz olması ve bazı toplumsal nedenler.

Beyazperdeye ilgisi olsalar bile gençler toplumsal baskı sebebiyle değişik alanlara yönelmek zorunda kalıyor. Aile, çevre, politika, iktisat şeklinde faktörler onları işyar, avukat, hekim şeklinde seçeneklere yöneltiyor. İşsiz kalmamak için tutkusundan vazgeçen gençlerin sanatkâr tarafları ne yazık ki köreliyor.
- Sansürün niçin olduğu baskılar.

Mesela Netflix’in Türkiye yapımı dizisi “Şimdiki Aklım Olsaydı”, çekimlerine başlanmasına birkaç gün kala baskılar sebebiyle iptal edildi. Dizide bir eşcinsel karakter olduğundan Kültür ve Gezim Bakanlığı çekim izni vermedi. Dizinin senaristi Ece Yörenç, bu projeyi başka bir coğrafyada hayata geçirmek için uğraşıyor. Doğrusu kendini iyi işlerle kanıtlamış bir ismin eseri ne yazık ki başka ülkede değerlenecek.
Deniz Gamze Ergüven’in yönettiği, Fransa’nın Oscar talibi olmayı başaran Mustang filmi de sinemadaki beyin göçlerinin bir örneği. Film bu coğrafyada çekildi, dili Türkçe fakat içeriğindeki düşünceler sebebiyle burada sansüre uğrayacak ve Oscar için aday talibi gösterilmeyecekti. Yönetmen ondan sonra Hollywood’da Daniel Craig ve Halle Berry’li bir filmi, The Handmaid’s Tale’in bir bölümünü yönetti. Marvel’ın Eternals’ını yönetmesi kabul edilen adaylar arasındaydı. Özetle, sıkıdüzen sebebiyle iyi yeteneklerin ve eserlerin önü kesiliyor.
Umarız ki Türk sineması bu tip prangaları en kısa zamanda aşarak daha özgür olabilir.

Gene de tüm bunlara karşın nadiren de olsa şahane filmler çıkıyor. Hatta bazı filmlerimiz Oscar alan filmlerden bile oldukca daha kaliteli. Bu olumsuzluklara karşın Sarmaşık, İşe Yarar Bir Şey, Bizim Büyük Çaresizliğimiz şeklinde kaliteli işler çıkabiliyor.



